Bu günlerde Gülseren Budayıcıoğlu çok popüler. Kitapları, dizilere verdiği danışmanlıklar ve şimdi de TV8 de ki Kırmızı Oda dizisi ile tanımayanların da tanıdığı bir uzman.
Bu popülerlik içinde benim hoşuma giden ailelerde, anne babalarda, özellikle bazı kesimlerde dile gelmeyen, her zaman gizli saklı kalan, sadece insanın kendi başına geldiğini zannettiği konuların başkalarının da başına gelebileceğini gösteriyor olması. Bununla birlikte kişinin kader motifini oluşturan inanç, düşünce ve davranış kalıplarını gerektiği kadar gayret göstererek değiştirebileceğini söylemesi. Kırmızı oda dizisi böyle bir misyon içeriyor sanki.
Geçtiğimiz hafta içinde ICF toplantısında konuk oldu kendisi. Sizinle söylediği çok basit ve bir o kadar da önemli cümleleri paylaşacağım…
Çocuk doğduğunda aileler ona farklı roller verir.
-Bundan adam olmaz
-Bu çok çalışkan adam olur
-Bu pek becerikli bundan iş adamı olur
Aile böyle rol dağılımı yapar ve çocuk o rolü giyer, kimse çıkaramaz diyor.
İlerleyen yaşlarda tekrar tekrar başımıza gelen ne var ise bunun farkındalığı, değişim için başlangıç diyor. Daha çok küçük bir bebekken hayatta kalmak üzere oluşturduğumuz stratejiler, inançlar, bilinç altımıza kaydettiğimiz kalıplar bugün işimize yaramıyor olabilir. Güne, çağa, içinde bulunduğumuz şartlara uymuyor olabilir.
Ailemizle ve sonrasında çoçukluğumuzda kendimiz için yarattığımız kader motifini fark etmek seçim yapma şansı veriyor bize.
O zaman size biçilen roller nedir?
Bana annem bu profesör olacak derdi. Profesör olmadım ama ömrümün sonuna kadar öğreneceğim ders çalışacağım ve aktaracağım bir meslek seçtim. Daha bir çok rol var aklımda. Hayatımın her alanını etkileyen. Ben bu sohbetleri annemle yapınca gözleri doluyor. Aynı şekilde kızımla olan insana, hallerimize, şifa arayan tarafımıza dair derin sohbetlerimizde ben de ona işlediklerimi görüyor ve bundan bazen hüzünleniyorum. İçimin rahat ettiği bir nokta var ki hepsinin içinde iyi niyet var. Sonsuz kabul var.
Bunları dinlerken transaksiyonel analiz ve orada ele aldığımız çocukluktan gelen inançlarımızın nasıl bizleri yönlendirdiği aklıma geldi. Evet TA da çeşitli davranış kalıpları var ama bu kalıplarda kendi içinde iç içe geçmiş ve yaşam deneyimlerimizle biriçikleşmiştir. Kimse kimseye benzemez.
Kimse kimseye benzemez ise doğru nerde? Kime göre neye göre? Örneğin ilişkilerde “saygı”yı tanımlıyorsunuz ve ortaya iki farklı tanım çıkıyor. Duygusal, zihinsel ve fiziksel deneyimlerinden oluşturduğu tanımlar. Peki şimdi ne olacak? Asıl saygı belkide insanların özellikle ilişkilerde "birbirlerinin farklılıklarını" kabülde yatıyor.
Comentários